Skip to content
Adalete arayışına tanıklık ederek adaletsizliğe maruz kalmak

*DENİZ TEKİN

Türkiye’de her geçen gün daraltılan ifade özgürlüğü sınırları, hayatımızın bir rutini haline getirilen insan hakları ihlalleri;  insanların koluna takılan ve hareket edildikçe acı veren bir kelepçe gibi.  Ülkenin içinde bulunduğu bu iklim ve baskıların görünür olduğu yerlerin başında adliyeler ve duruşma salonları geliyor. Farklı düşünenler, Kürt sorununda devletin çizdiği sınırların dışına çıkan siyasetçiler, insan hakları savunucuları, farklı ve eleştirel haber yapan gazeteciler için adliyeler son dönemin zorunlu uğrak yerlerinden biri haline geldi.

Yargı ve insan hakları alanında sayısız dava takip eden, bunların haberini yazarak hafızalaştırılması, belgelenmesine katkıda bulanmaya çabalayan bir gazeteci ve insan hakları aktivisti olarak kendimi bu dönemde olduğu kadar hiçbir zaman baskı altında hissetmemiştim. İçinde bulunduğumuz bu baskı ve korku ikliminde konu asker ve polislerin yargılandığı veya soruşturulduğu yaşam hakkı ihlali, işkence davaları, yolsuzluk ya da Kürtler başta olmak üzere muhaliflerin yargılandığı davalar olunca yaşadığınız zorluk ve engellemelerin dozajı da artıyor. Bu baskılar bulunduğunuz bölgeye, çalıştığınız kuruma göre de değişiyor. Kamu görevlilerinin işlediği ağır insan hakları ihlallerini yazan bir Kürt gazeteci olduğunuzda yaptığınız  “Devlet aleyhine habercilik” suçu olarak görülerek tutuklanabiliyorsunuz.

Haber mesailerinin önemli bir bölümünü adliye koridorlarında haber kovalamak, dava takip etmekle geçiren yargı muhabirleri ve dava gözlemcilerinin yaşadığı ilk engel basın kartı ve akreditasyon uygulaması oluyor. Yayın kuruluşunun kullandığı haber dili, yargının uygulamaları, kararlarını eleştiren haberler yapmak ve üstü örtülmeye çalışılan davaları kamuoyununum gündemine taşıdığınızda akreditasyon alma şansınız sıfıra iniyor. Önce çalıştığınız yayın kuruluşu ve yayın politikası araştırılıyor, ardından hakkınızda bir Genel Bilgi Taraması (GBT) taraması yapılıp akredite olmadığınıza karar veriliyor. Akredite olmadığınız için de kimi zaman adliye girişlerindeki arama noktalarındaki insan kuyruklarında saatlerce beklemek zorundasınız. Burada Diyarbakır Adliyesinin Türkiye’deki diğer adliyelerden ayıran adliye binasına girmek için eziyete dönüşen uygulamasından bahsetmek de gerekiyor. Adliye binasına girmek için iki ayrı arama noktasından geçip GBT kontrolünüzün yapıldığını gösterir bir kâğıt pusula aldıktan sonra ancak adliyeye girebiliyorsunuz. Bunun yanında adliyede akredite olmadığınız için kamuoyunun yakından takip ettiği ve herkese açık olan davalarının duruşmalarını izlemeniz engelleniyor.

Bu engeli aştığınızda ise bu kez karşınıza başka bir engel çıkıyor. Takip edilen davalar, insan hakları ihlalleri nedeniyle devlet görevlilerinin yargılandığı davalar ile gazeteci ve ifade özgürlüğü davaları ile muhaliflerin yargılandığı davalar olduğunda bu baskı ve zorluklar daha da ağırlaşıyor. Bu davaları takip ederken çoğu zaman polislerin tacize varan suçlayıcı bakışlarına,  hâkim ve savcıların sorgulayıcı bakışlarına maruz kalıyorsunuz. Duruşma takip ederken polislerin gözü sanıktan çok davayı takip edenlerini üzerinde oluyor. Duruşma salonun kapısında kimliğinize bakılır, çoğu zaman kimliğiniz fotoğrafı çekilir, isminiz polislerin Whatsapp gurubuna yazılıyor. Bunun nedeni sorduğumuzda ise “güvenlik tedbirleri” ya da “Mahkeme başkanının talimatı” cevaplarını alırız. 

Ancak bunları yaşamanız için öncelikle duruşma salonuna girmeniz gerekiyor. Evrensel hukukun, adil yargılanmanın en önemli ilkelerinden biri olan yargılamanın aleniyeti ilkesi hangi koşullarda kısıtlanacağı yasalarda açık olmasına rağmen COVID-19 Salgını ile mücadele adı altında adliye binalarına ve duruşma salonlarına girişlerde getirilen kısıtlamalar genel bir uygulama halini aldı.  Dava gözlemcileri ve gazetecileri duruşma salonuna almayan hâkimlere bunu nedeni sorduğumuzda “ben öyle uygun gördüm” cevabını alıyoruz. Bazen bu açıklamaya bile gerek duyulmadan duruşma salonunun kapıları yüzümüze kapatılıyor yada duruşma boyunca bir polis kapıda bekliyor. Bu durunda son şansınız mağdur ya da sanık avukatlarının size vereceği bilgiler ve tutanak oluyor. Bazen de gazeteci ve dava gözlemcilerinin izlediği davalarla ilgili haber yapılmasın diye avukatlara tutanak verilmiyor. Tutanak UYAP’a yüklenene kadar ise iş işten geçmiş oluyor.

Yargılamalarda karşımıza çıkan cezasızlık pratiğinin bir sonucu olarak asker ve polislerin yargılandığı davaların izlenmesi engelleniyor. Faili devlet görevlilerinin olduğu hak ihlalleri davaları konusunda kamuoyu oluştuğunda, bu davaların kamuoyunda gizlemek, takip edilmesini engellemek için dava konusunda belgeleme ve raporlama yapan, bunu kamuoyuna duyuran gazeteci ve dava gözlemcileri keyfi şekilde duruşma salonuna alınmıyor. Kamuoyunun yakından takip ettiği İpek Er, Tahir Elçi, Recep Hantaş, Helin Hasret Şen davaları bazı duruşmaları gazetecilerin izlemesine izin verilmedi. Böylelikle önemli hak ihlali davaları bu şekilde kamuoyunda gizlenerek, cezasızlık zırhıyla korunan sanıklar hakkında kamuoyu vicdanını yaralayan karar verilmekte.

Davalarını takip ettiğiniz kişilere yönelik suçlamalar, verilen cezalar bu davaları izleyen gazeteciler ve dava gözlemcileri üzerinden de bir etki yaratıyor. Bu davaları uzun süre izlediğinizde, komik ve bir o kadar trajik olan suçlamaları yazdığınızda “bende bir gün bundan dolayı yargılanabilirim” endişesiyle yazacağınız ve haber raporlarda sözlerinizi daha özenle seçerek, kendinize sansür ve oto sansür uyguluyorsunuz. Sürekli hak ihlali davası izlediğinizde, duruşma salonunda mağdurların yaşadığı travmaları dinlediğinizde bu durum bir süre sonra davayı izleyenler üzerinde etkisi oluyor. Bazen takip ettiğiniz davanın günlerce etkisinde kalıyorsunuz. Bu durum bir süre sonra insanda tükenmişlik sendromuna itiyor.

Son yıllarda hak odaklı habercilik giderek yaygınlaşan hak odaklı haberciliğin yapıldığı önemli yerlerin başında adliyeler geliyor. Cezasızlık, dezavantajlı grup ve bireylere yönelik insan hakları ihlaller, ayrımcılık,  ifade özgürlüğüne yönelik baskılar konusundaki yargı pratikleri ve uygulamaların belgelenmesi ve kamuoyuna duyurulması konusunda yargı muhabirleri ve dava gözlemcileri önemli işler yapıyor. Birçok insan hakları kurumu, hazırladıkları yıllık ve özel raporda gazetecilerin kamuoyuna duyurduğu insan hakları ihlallerine yer veriyor yada bu konuda yapılan haber ve hazırlanan raporları dikkate alarak hareket geçiyor. İnsan hakları ihlallerinin izlenmesi ve belgelenmesi için büyük zorluk ve baskılarla göğüs germek durumunda kalan gazetecilerin insan hakları mücadelesine yaptığı bu katkılar maalesef bir insan hakları faaliyeti olarak görülmüyor. Bu faaliyetleriniz nedeniyle hedef haline geldiğinizde, tutuklandığınızda bir hak savunucusu olarak gerekli dayanışma ve desteği göremiyorsunuz.

Gazeteci faaliyetinin yanında insan hakları bilinci ve duyarlılığıyla adliye koridorlarında dava takibi yapan yargı muhabiri ve dava gözlemcileri üzerindeki baskılar, dava takibinin engellenmesi sadece halkın haber alma özgürlüğüne yönelik bir müdahale değil aynı zamanda adli koridorlarında adalet arayan, sesini duyurmak isteyen insanların da sesi kısılıyor. Adliye haberciliği ve dava takibinin olmadığı yerde cezasızlık, adliyenin tozlu raflarına kaldırılan davalar artar, halkın haber alma hakkı, insan hakları mücadelesi de geriler. Gazeteci ve insan hakları savunucularını yaşadıkları bu zorluklar değil eksik olan ya da gösterilmeyen dayanışma geriletir.

 

*GAZETECİ

 

English EN Kurdish (Kurmanji) KU Turkish TR