Skip to content
Barolar ve İnsan Hakları

*NİLAY NAYMAN

Avukatlık Kanunu’nda da belirtildiği gibi hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını korumak Baroların temel amaçları arasında olmalıdır.

Hukukçular tarih boyunca, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü yalnızca korumakla değil insanı ve aklı önceleyen hukuk sistemlerinin oluşmasında, hukukun üstünlüğünün benimsenmesinde ve insan haklarının gelişiminde de en önemli özneler olmuşlardır.

“İnsan, haklarıyla insandır.” En temel hakları ellerinden alınmış, saldırıya açık hale getirilmiş ve haklarını savunma yolları kapatılmış yurttaşların tam anlamıyla kendini var edebilme imkânı da elinden alınmış olacaktır. Bu yüzden insan haklarını savunmak özünde insanlığı, insan onurunu da savunmak demektir.

Hukukun görevi, büyük oranda kuralların ve ilkelerin doğru yorumlanması ve uygulanmasına ilişkin tekniklerden ibaret görülüyor. Ancak bizim esas aldığımız hukuk, ruhsuz yasalar ve kâğıt parçaları değildir. Hukuk politik, tarihsel, ekonomik, sosyal ve kültürel yapılardan ari, üstün ve yarı kutsallaştırılmış / dokunulmaz bir normlar sistemi de değildir.**

Anayasadaki ve tarafı olduğumuz insan hakları sözleşmelerindeki normların kaynağındaki hak, adalet, özgürlük ve eşitlik gibi değerler toplumsal mücadelelerle kazanılmıştır. Bu değerler ne bir ulusun ne bir dönemin tek başına çıkardığı değerlerdir. Antik Yunandan günümüze kadar evrensel olarak insanlık, hak mücadeleleri ve baskılara karşı direnerek kendi kazanımlarını elde etmiştir. İnsan olmakta ve kalmakta ısrarcı olan Antigone’lardan, Spartacus’lerden, 2. Dünya Savaşı’nda faşizmi yenilgiye uğratan iradeye, günümüzde hala hakikat, özgürlük, eşitlik, barış mücadelesi verenlere kadar uzanan uzun bir yürüyüşün önce toplumsal sonra yasal kazanımlara dönüşmüş halleridir. Şimdi baktığımızda neredeyse ölü gibi olan bu normlara değil, normların kaynağındaki bu değerlere sahip çıkanlar hukuk, adalet ve insan haklarından bahsedebilir. İşte mevcut siyasal koşullara muhalefet etmekle, bu koşullarla mücadele etmek arasındaki ince çizgi buradadır.

Barolar, mevcut siyasal koşullara muhalefet ederken, memleketin içinde bulunduğu hali, yani örneğin antidemokratik rejimi, şaibeli seçimleri, seçim sonrası kayyımlarla halkın iradesine yapılan müdahaleyi, özgürlüğünden mahrum bırakılan tutsak siyasetçileri, yaşlılığına, engelliliğine, hastalığına rağmen tahliye edilmeyen hasta mahpusları, infaz değişikliğiyle ayrımcılığa maruz bırakılan siyasi tutsakları, “Kürtleri burada yaşatmayacağız” denilerek gerçekleştirilen ırkçı saldırıları, ekonomik gerekçelerle ülkeler arası pazarlık malzemesi haline getirilen mülteci krizini, sığınmacı ve göçmen düşmanlığını, gerek sınır komşularıyla gerek sınır içinde yıllardır devam eden çatışma ve savaş halini, “terörle mücadeleye savaş denmez” diye sürdürülen düşman ceza hukuku yargılamalarını, savaş coğrafyasında hukukun nasıl yerle bir edildiğini, tek millet, tek din, tek dil denilerek ne dirisine ne ölüsüne saygı duyulan halkların yok sayılan haklarını görmezden gelmemelidir.

Haklar, sizi bulunduğunuz konuma taşıyan kesimlerin destekleyip desteklemeyeceğine göre savunulmaya değer ya da değersiz görülemez. Yoksulların, ezilen halkların, göçmenlerin, kadınların, LGBTİ+’ların ve tüm canlıların haklarını savunma zorunluluğu ise koşullara ve konjonktüre göre değişmez, değişemez.

İnsan hakları ne kadar evrensel ise hukuk bir o kadar politiktir, hukuk siyasi bir meseledir.Hukukun pozitif çıktılarını üreten yasama süreçleri de bu çıktıları yani hukuk normlarının uygulandığı yargısal süreçler de niteliği itibariyle kendilerini o konuma getiren siyasi ve toplumsal süreçlerden, sisteme egemen politik zihniyetin iradesinden özerk değildir. Bugün hukuk, toplumsal, sınıfsal, ırksal, kültürel ve kuşaklar arası tüm çatışmaları, devletin zor kullanma yetkisiyle terbiye etmeye çalışırken, siyasi iktidarı güçlendirmenin bir aracına ve toplumsal muhalefeti bastırmak için de bir silaha dönüşmüştür. Kendisi hiçbir şeyle sınırlı olmayan iktidar, hukuku bir kırbaç ve terbiye vasıtası olarak kullanmaktadır.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın “nikahsız yaşayan”ları ve eşcinselleri hedef alıp bu tip yaşam tarzının HIV virüsüne neden olduğunu iddia ederek “bunlarla hep birlikte mücadele edelim” söylemine karşı Ankara Barosu’nun bir önceki yönetiminin yaptığı açıklamadan sonra hukukun nasıl da tam tersi şekilde işletilerek hak ve özgürlükleri savunanlara karşı kullanıldığını hepimiz biliyoruz.

Hukuku bir siyasal araç olarak kullanıp hak öznelerini ve muhalifleri susturmaktan da öte yok etmeye çalışan iktidar, baroları da es geçmeyecekti elbette. Çoklu baro yasasıyla avukatların birliğini ve gücünü parçalamayı amaç edinip, kendi 2 numaralı avukatını yaratan iktidar, son günlerde CMK ücretlerinin artırılması konusunda da baroların beklentilerine kulak tıkayarak, avukatları ekonomik olarak kıstırarak kendisine itaat edileceğini umdu. 81 ilin baro başkanları CMK ücret tarifesinin hakkaniyete uygun hale getirilmesini, aksi halde tüm illerde CMK görevlendirmelerinin durdurulacağını açıkladı. Bu açıklamaya ise Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’dan tepki gecikmedi: “Vatandaşın memnun olacağı, avukatların da Allah razı olsun diyeceği yeni bir uygulamayı hayata geçirmekten tereddüt etmeyiz. Bu memlekette eylemle hukuk yürümez. Daha oturmadan, konuşmadan eylem eylem.”

Peki, barolar ne yaptı? 78 baro yeniden bir açıklama yaparak Türkiye Barolar Birliği’nin Adalet Bakanı ile yaptığı görüşme sonucunda müzakere görüşmelerine zarar vermeme gerekçesiyle CMK sistemini durdurma kararlarından geri adım attı. Böylece 1 Ocak’ta yürürlüğe girmesi gereken yeni ücret tarifesinin baroların taleplerine uygun olup olmayacağı da belirsizliğini koruyor.

Hukukun toplumsal gelişmelerden sonra ortaya çıkan, hatta bazen toplumsal gelişmelerin hızına bile yetişemeyen o yaratılmış halini düşündüğümüzde, Bozdağ’ın açıklamasında bahsettiği gibi fakat tam tersi şekilde aslında bu memlekette eylemle hukukun yürüdüğünü söylemek mümkün.

Kimse artık mevcut liberal demokratik kapitalizmin hukuksal formlarına yönelik bir güven duymazken hem kendi mesleğinin itibarı hem vatandaşın adalete erişimi hem de tüm canlılar için onurlu bir yaşam hakkı mücadelesi vermek amasız fakatsız biz hukukçuların görevidir ve barolar da bunun farkındalığıyla uzlaşmanın değil, toplumsal mücadelenin öncülerinden olmalıdır.

Her gün aynı rutinle adliyelerde mevcut hukuk kurallarıyla hak mücadelesini sürdürsek de dönüp durmamız gereken yer siyasal ve toplumsal mücadele ile eylem alanlarımızdır.

 

*AVUKAT

*Şefik Taylan Akman, “Hukuk Politika İlişkisi Bağlamında Eleştirel Hukuk Çalışmaları Hareketi,” AÜFHD 61, 4 (2012): 1271-1306.

English EN Kurdish (Kurmanji) KU Turkish TR