Skip to content

HAKİKAT SONRASI ÇAĞDA HAKİKATİ SAVUNMAK

MAHİR FIRAT FİDAN*

Oxford Sözlüğü, 2016 yılında Brexit ve Donald Trump’ın popülist zaferinden sonra yılın kelimesini belirledi; Post-Truth. Daha sonra bütün bir çağı tanımlayacak olan Post-Truth, hakikat sonrası idi. Aslında bir noktada çelişkiler çağı. Hakikatle yalanın içi içe geçtiği, gerçekliğin sınırlarının silindiği bir çağ. Böylesi bir çağ tanımlaması, en çok hakikati arayanlar için bir yangın yerini ifade ediyor ve ‘hakikat sonrası’ kelimesi her ne kadar popülist ve politik figürlerle insanlık tarihinde yerini almış olsa da, kökenleri felsefenin, sosyolojinin ve politikanın derinliklerine kadar uzanıyor. Elbette tarihte hakikati çarpıtanlar kadar hakikati savunanlarda her daim oldu. Tarih hakikatle yalanın çarpıştığı birçok sahneyi de bağrında taşıyor. Peki, hakikat sonrası çağda hakikat nasıl savunulacak? Bu sorunun cevabı için tarihin bir sahnesine uzanalım: Sokrates’in Savunması’na.**

Tarihin en karanlık sahnesi M.Ö 399 yılında Atina’da yaşandı. Bu karanlık sahne Sokrates’in ölüme mahkûm edilmesiydi. Sokrates, şair Meletos, Hatip Lykon ve Komedya yazarı Eupolis tarafından suçlandı. Sokrates’e yönelik iddianame, dönemin en tanınmış hatiplerinden biri olan Polykrates tarafından hazırlandı. Suçlama şöyleydi: ”Sokrateskentin inandığı tanrılara inanmadığı, yeni tanrılar icat ettiği ve gençleri yoldan çıkardığı için suçludur. Ölümle cezalandırılmadır.”***

Bu suçlama, özünde iktidarın ve egemenin çizdiği sınırlara karşı bir çıkıştı. Dönemin verili kodlarına bir itirazdı. Devam ettirilmesi çarkın dişlilerinden birisini kırmaktı. Öyle ki bütün bir çarkı devirmekti erk sahiplerinin gözünde. Sokrates bu çıkışıyla bir nevabit, yani ayrıksı ottu. Cezası ise toprağından koparılmak… Tarihin en büyük savunmasından bir önceki andayız. Sonraki an ise büyük savunmanın geldiği an…

Sokrates’in öğrencileri, onun ölüme mahkûm edilmesini engellemek için dönemin tanınmış hatiplerinden biri olan Lysias’a bir savunma hazırlattılar. Sokrates’in hakikatle kurduğu boyutun manevi yönü tam olarak bu anda kendini gösterdi. Sokrates Lysias’ın hazırladığı savunmayı kabul etmedi. Kendi savunmasını, kendisi üstlendi. Bunu, yasalara aykırı bir davranışta bulunmadığına inanarak yaptı. Sokrates yargılanırken yalvarmadığı, af dilemediği, ölmemek için savunduğu düşünceden vazgeçmediği ve hiçbir pişmanlık emaresi göstermediği de göz önünde bulundurularak yargıçlar tarafından 60 oy farkla suçlu bulundu. Ve Sokrates ölüme mahkûm edildi. Sokrates, ölüme kendi doğrularından vazgeçmediği için yazgılandı. Son sözleri ise şöyleydi: “Artık ayrılma vakti geldi çattı. Ben ölmeye, sizler de yaşamlarınızı sürdürmeye gidiyorsunuz. Hangisinin iyi olduğunu sadece tanrı bilebilir”.

Sokrates, savunmasını yaparken öğrencileri arasında Platon da vardı. Daha sonra felsefe tarihinin en önemli metinlerinden biri olan ve Platon tarafından yazılan “Sokrates’in Savunması” ortaya çıktı. Yargılanırken yargılayan, ironilerle örülmüş ve aynı zamanda özünde hakikati anlatan savunma, birçok açıdan hakikati savunabilmenin ölçülerini anlatıyor. Peki, Sokrates öleceğini bile bile neden hakikati söylemeye devam etti? Karşımıza çıkan bu soru, bize hakikat sonrası çağda hakikatin nasıl savunulacağına dair bir patika açıyor.

Burada Antik Yunan’dan bir kavrama yönümüzü çevirelim. Parrhesia… Bu kelime etimolojik olarak pan (her şey) ve rhema (söylenen) kelimelerinin birleşiminden oluşur ve “her şeyi söylemek” anlamına gelir. İngilizce’de ki karşılığı “freespeech” (özgür konuşma), Fransızca’daki karşılığı ise franc-parler (açıksözlülük)’tür. Kelimenin en önemli kullanım alanı ise hakikati söylemek karşılığına gelen tanımdır. Sokrates, Antik Yunan’daki bu kavram ele alındığında Parrhesiastes’tir. Yani hakikati söyleyen kişidir.**** MichelFoucault bu kavramı “Doğruyu Söylemek” kitabında uzun uzadıya inceler. Sokratik Parrhesia’yı ele alırken Platon’un diyaloglarından bazı pasajları aktararak şu yorumda bulunur:

“Sokrates’in söyledikleri ile yaptıkları arasında, sözleriyle (logoi) eylemleri (erga) arasında uyumlu bir ilişki vardır. Bu nedenle hem Sokrates kendi hayatıyla ilgili izahat verme becerisine sahiptir hem de söyledikleri ile yaptıkları arasında en ufak bir farklılık bulunmadığı için böyle bir izahat onun davranışlarında gözlenmektedir. O bir “moisikosaner”dir. Yunan kültüründe ve Platon’un bir başka diyalogunda “moisikosaner” kendini Musa’lara adamış, yani yüksek ilimler ile ilgilenen kültürlü bir insanı anlatır”.

Bu pasajın en dikkat çeken yönü, Sokrates’in söylemleri ile yaptıkları arasında bir uyum olması ve hiçbir çelişki barındırmamasıdır. Bu açıdan bakıldığında hakikati söyleyebilmenin en önemli ölçülerinden biri söz ile eylem arasındaki birlikteliktir. Post-Truth, yani hakikat sonrası çağın tamamen zıddı olan bir yaşam ölçüsüdür. Sokrates ölümü göze alarak söz ile eylem arasında bir çelişki bırakmadı. Savunmasında şu sözleri söyledi:

“İster salıverin, ister salıvermeyin beni; iyice bilin ki şunu, bir kez değil bin kez ölmem gerekse bile, hiç mi hiç değiştirmeyeceğim yolumu.”*****

Hakikat sonrası çağda, tüketim çağında, imaj çağında, söylem ile eylem birliğinin yok olduğu bir çağda hakikati savunmak için, yaşamdaki temel çelişkilere göz gezdirebilmeyi, hakikati söyleyebilecek cesareti elde etmenin ilk adımı olarak görebiliriz. Bir an için durmak, kendi düşüncelerine bakmak ve yaşamı bu düşünceler ile örmek ve yahut yanlış olan düşünceyi kökünden söküp atmak… Sokrates, öleceğini bile bile hakikati söylemeden önce kendi sözleri ile eylemleri arasındaki mesafeleri kapatırken defalarca ölmüştü zaten. Çünkü “felsefe yapmak ölümü tercih etmektir”.

Hakikat sonrası çağda hakikati savunmanın ilk belirgin adımı cesarettir. Bu ilke Bertolt Brecht’in “Hakikati Yazmanın Beş Zorluğu” metninin de ilk adımıdır. Diğer ilkler ise şöyle: “hakikati yazmak” isteyen kişi, en azından beş zorluğu yenmelidir. Söz konusu zorluklar şunlardır: Hakikati yazmak için gerekli “cesarete”, hakikati bilecek ölçüde “sezgisel akla (ferasete)”, hakikati kullanılabilir kılacak “sanata”, hakikati kullanabilecekleri “seçme yargısına” ve hakikati, onu kullanacaklar arasında “yayma becerisine” sahip olmalıdır.******

Peki, hakikate giden yolda Brecht cesareti nasıl yorumluyor. Dinleyelim:

Hakikati yazmak için, Brecht’in belirlemesiyle, “hakikati baskılamamak, suskunlukla geçiştirmemek ve hakikat dışı şeyleri yazmamak”, “güçlülere boyun eğmemek ve güçsüzleri aldatmamak” gerekir. Mülk sahiplerine beğenilmemek, “mülkten uzak durmak” demektir. Güçlüler nezdinde ün ve sanı geri çevirmek, genel olarak “ünü/sanı geri çevirmektir.” Bütün bunlar için “cesaret” gereklidir.

Katlanılmaz “baskıların” ortaya çıktığı zamanlar, “büyük ve yüksek şeylerden söz edildiği” zamanlardır. “Fedakârlık gereklidir” çığlıklarının ortasında böyle zamanlarda çalışanların “yeme-içmesi ve konutu gibi aşağı ve küçük” gereksinmeleri dile getirmek için cesaret gereklidir.

“Bilgisiz insan, bilgiliden daha iyidir” diye basın-yayın organlarının çığlık attığı zamanlarda “kimin için daha iyi” diye sormak cesaret gerektirir. “Gelişkin olan ve gelişkin olmayan ırklardan” söz edildiğinde, “açlığın, cehaletin ve savaşın berbat bozumlara yol açıp açmadığını” sormak, cesaret işidir.

Aynı şekilde “yenik düşene ilişkin hakikati dile getirmek için” cesaret olmalıdır. “Takibata uğratılan sayısız insan, kendi hatalarını görme yeteneğini yitirmektedir.” Bu insanlar takibatı “en büyük hukuksuzluk/haksızlık” olarak görmektedir. Takibata uğratanlar, “kötülerdir”; takibata uğratılanlarsa, “iyiliklerinden ötürü takibata uğratılmaktadır”. Öte yandan, bu iyilik, “alt edilmiş, yenilmiş ve engellenmiştir”; dolayısıyla “zayıf bir iyiliktir, kötü, dayanıksız ve güvenilmez” bir iyiliktir; çünkü “iyiliğin zayıflığını onaylamak, yağmurun ıslaklığını onaylamaya” benzer. Brecht’in vurgulamasıyla, “iyilerin iyi oldukları için değil, güçsüz oldukları için yenildiklerini söylemek için” cesaret gereklidir.

Doğaldır ki, hakikat, “hakikatsizlik ile savaşım içinde yazılmak zorundadır” ve “genel, yüksek ve çok-anlamlı bir şey” değildir. Hakikati söylemek, söz konusu edilen şeye ilişkin “edimsel bir şey, olgusal bir şey, yadsınamaz bir şey” söylemektir. Dünyanın kötülüklerinden, “dünyanın bazı bölümlerinde” tinin özgür olduğu yerlerde “zaferinden” söz etmek, daha cesaret işidir. Böyle durumlarda birçok kişi, “uğruna hiçbir şey yapmadıkları genel adalet” istemiyle, “daha önce pay aldıkları ganimetin bir bölümünü” alma özgürlüğü istemiyle ayağa fırlayacaktır. Bu tür insanlar, “sadece kulağa hoş gelen şeyi” özgürlük sayarlar. Hakikat, “sayısal bir şey, kuru bir şey, edimsel bir şey, bulunması için uğraş verilmesi gereken bir şey” ise, bunlar için hakikat değildir. Bu tür insanlar işin “gösterişindedirler”; “sefaleti”, diyesi, “hakikati bilmezler”*******

*GAZETECİ

KAYNAKÇA:

**Post Truth Hakikat Sonrası, Güç Oyunu Olarak Bilgi, Steve Fuller, Fol Yayınları

***Sokrates’in Savunması, Platon, İş Bankası Yayınları

****Doğruyu Söylemek, Michael Foucault, Ayrıntı Yayınları

*****Plato, Euthyphro, Apology, Crito, Phaedo, Phaedrus, çev. H. N. Fowler, LOEB Classical Library, HarvardUniversity Press, Cambridge ve Londra, 1999, 17b-d, 24a-b, 30b-c.

******Bertolt Brecht: “Fünf Schwierigkeiten beim Schreiben der Wahrheit”; içinde: aynı yazar: “Schriften- Yazılar”; yayımlayan: Werner Mittenzwei, Aufbau-Verlag, 3. Auflage, Berlin/Weimar, 1981, s. 117- 135.

*******Brecht, Lucas, Bloch Sanat ve Edebiyat, Onur Bilge Kula, İş Bankası Yayınları. (Brecht’in metninin yorumlaması Onur Bilge Kula’ya aittir)

 

 

 

 

 

 

English EN Kurdish (Kurmanji) KU Turkish TR