Skip to content

YENİDEN KİMLİKLENDİRME SURETİYLE KİŞİLİKSİZLEŞTİRME PRATİĞİ: KAPATMA

 

“Kapatılmak, kişinin kendi hayatı ve faaliyetleri üzerinde etkisiz olmasıdır”

Işık Ergüden

*DESTİNA YILDIZ

Tarihten bugüne insanlığın geldiği noktaya baktığımızda bir hayli yol alındığını görebiliriz. Özellikle tür olarak insana baktığımızda evrimin vermiş olduğu hakları sonuna kadar kullandığını ve bugünün ‘modern’ dünyasına ulaştığımızı görürüz. Bunca değişime ve gelişime karşın değişmeyen/değişemeyen şeyler de vardır elbette. İnsanı ve insanın etkilediği olayları inceleyen birçok bilim dalının ortaya çıkması bunun kanıtıdır. İnsan, zaman, mekân ve ilişkisellik içerisinde var olan bir canlıdır ve bundan dolayı etkileyen ve etkilenen bir varlıktır. Belki de var oluşunun -en sade haliyle- sebebi ve sonucu budur. İnsan, tarihin başından beri çeşitli nedenlerle ve çeşitli şekillerle bu haktan mahrum bırakılmaktadır. Peki, evrimin bile değiştiremediği politikaların sonucu olarak, insanı en temel hakkı olan etkileme ve etkilenme hakkından mahrum bırakmanın altında yatan hakikat nedir?

Kapatılmanın tarihi de insanlık tarihi kadar eskiye dayanmaktadır ve yine kapatılmanın biçimleri de insanlık tarihi ile birlikte değişmekte, çeşitlenmekte ve ‘gelişmekte’dir. Hayvanlar etrafları çitlerle çevrilmek suretiyle kapatılmıştır. Kadınlar etkinlikleri ve yetkinlikleri sebebiyle korkutucu bulunmuş ve kapatılmıştır. İnsanlar dini eğitim ya da inziva pratiği adı altında manastırlara, tapınaklara, yatılı okullara; savaşlarda esir kamplarına veya toplama kamplarına; akıl hastalığı, cüzzam, verem, veba gibi çeşitli hastalıklar sebebiyle hastanelere; sanayi devrimiyle birlikte işçi olarak fabrikalara; toplum önünde işkence edilerek cezalandırılan ‘suçlular’ olarak hapishanelere kapatılmıştır. En başından beri kapatmanın biçimi ve kapatılanlar değişse de kapatanlar hep aynı kalmıştır.

Bütün bu kapatma/kapatılma pratiklerinin ortak özelliği belirli bir kimliğin öznesi olanlar ve o kimliğin öznesi konumuna geçemeyecek olanlar arasındaki ilişkiye dayanıyor olmasıdır. Tarihsel sürece baktığımızda görüyoruz ki güç sahipleri, tahakküm altına alabildiği varlıkları çeşitli nedenlerle gözetim altına alabilmek için kapatma tekniğini kullanmıştır. Özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla birlikte üretim araçlarına sahip olan kişi veya zümreler her daim toplumu denetim altına almak istemiştir. Bunu gerek zor ve şiddet yoluyla gerekse de kendi koymuş olduğu kural ve yasalar yoluyla yapmıştır. Egemenliklerini devam ettirme gayesi en temel hakların bile ilhakından geri bırakmamıştır onları. En az ölüm kadar kapatılma meselesi de en temel haklardan biri olan yaşam hakkının elinden alınması anlamına gelmektedir. Yaşamı ve yaşam standartlarını kısıtlama hakkını elinde bulunduranlar elbette yalnızca toplumsal düzeni sağlamak için değil, kendi kurmuş oldukları ve yalnızca kendi çıkarlarını gözeten bir sistemin bekasını korumak için kullanmaktadırlar. Bu sistemi tehdit eden her düşünce ve pratik cezai yaptırımlara maruz bırakılmaktadır. Görüyoruz ki, bu durum tarihten bu yana bu şekilde süre gelmiş ve gelmeye de devam etmektedir.

Kapatma/kapatılma pratiği eş zamanlı işleyen iki ayrı kavramı da içinde barındırmaktadır: Ötekileştirme ve aynılaştırma. Normlara aykırı olanların, gündelik hayat süreçlerine uyum sağlayamayanların dışarı çıkarılması; dışarı çıkarmanın bir biçimi olarak da içeri alınarak kapatılmasıdır. Başka bir deyişle, bir kimliğin başka bir kimliği dışlaması ve onu kapatmak suretiyle başka bir kimlik üzerinde tahakküm kurmasıdır. Bu şekilde kapatan iktidar mercileri, kapatılanları sadece belirli mekanlar içerisine alarak onları soyutlamak niyetinde değil, aynı zamanda toplumsal yaşamda oluşturduğu kimlik setlerini yıkarak onları yeniden kimliklendirmek amacındadır. Erving Goffman’ın total kurumlar dediği bu mekânları bellek ve benlik yitim mekânları olarak tanımlamasının sebebi budur.

Michel Foucault ise disipliner kurumlar olarak gördüğü bu mekânların bir tür disiplin mekanizması olarak işlediğini belirtmektedir. Bu mekânlardan hapishaneleri ise iktidarın en açık şekilde, maskesiz bir biçimde kendini gösterdiği mekânlar olarak ifade etmektedir. Hapishanelerin diğer kapatma/kapatılma mekânları arasında en ayırıcı özelliği, kapatılanların davranışları üzerinde ağır ve yüksek denetim kurma kabiliyetinde olmasıdır.

Cezalandırmanın tarihinde hapishanelerin kökeni sanıldığı gibi çok eskiye dayanmamaktadır. Hapishaneler son 300 yıldır cezalandırma amacıyla kullanılmaktadır.  Foucault, Hapishanenin Doğuşu adlı kitabının “Azap” bölümünde hapishanelerden önce cezalandırma pratiğinin kişiye ‘suçlu’ damgası vurulmasıyla birlikte çeşitli azaplardan geçirilerek, halka açık yerlerde idam cezasının nasıl infaz edildiğini ayrıntılı olarak anlatmaktadır. Bu dönemde cezanın uygulama alanı doğrudan fiziki beden ve ‘suçlu’nun hayatı olmuştur.  Hapishaneler ise asıl cezaya kadar ‘suçlu’ların tutuldukları yerler olarak kabul edilmektedir.

Hapishanelerin cezalandırma amacıyla gündeme gelmesi de ilk olarak 16. yüzyılın sonu, 17. yüzyılın başlarında olmuştur. Michel Foucault’ya göre kitlesel anlamda kapatılmalar ilk olarak 17. yüzyılda ortaya çıkmıştır. 1656 yılında Paris’te kurulan Genel Hastane (Hôpital Général) ile akıl hastaları, hastalar, fakirler, eşcinseller gibi farklı özellikler taşıyan kişiler ayrım yapılmaksızın kapatılmaya başlanmıştır. Avrupa’yı etkisi altına alan ekonomik kriz sürecinde aç kalan işsizlerin isyana kalkışmasını önlemek ve kriz sonrasında ucuz ve denetlenebilir bir işgücü oluşturmasını sağlamak amacıyla Avrupa’nın birçok yerinde benzer uygulamalar görülmeye başlanmıştır. Ancak zaman içerisinde farklı özellikler taşıyan grupların, ayrım yapılmaksızın aynı yere kapatılması başka sorunlar doğurmaya başlamıştır. 18. yüzyıl sonları, 19. yüzyıl başlarında yaşanan Fransız İhtilali’nden sonra insan hakları anlayışının gelişmesiyle birlikte kapatılanları kategorik olarak birbirlerinden ayırmaya başlamışlardır. Bu süreçte cezalandırma metotları da sorgulanmaya ve değişmeye başlamıştır. İnsan hayatı ve bedeni üzerinden yapılan cezalandırma daha ‘insancıl’ ve daha ‘modern’ olan kapatarak cezalandırmaya dönüşmüştür. Peki, cezalandırmanın kapatma/kapatılma suretiyle yapılması cezalandırmayı gerçekten de daha insancıl hale getirmiş midir?

Modernleşme adı altında bedene işkence edilerek cezalandırmadan, kapatarak cezalandırmaya geçilmesi sadece cezalandırmayı dört duvar arasına kapatarak gözlerden uzak hale getirmiştir. Cezalandırma, daha önce insan bedenine yapılan fiziki müdahale iken dört duvar arasına kapatılan insan bedeni ile birlikte insan benliği de cezalandırılmaya başlamıştır.

Hapishane ‘suçlu’ olduğu düşünülen kişilerin cezalandırılmak amacıyla kapatıldıkları mimari bir tasarım olarak binalardan oluşmaktadır. Ama aslında bundan çok daha fazlası, modern bir imha mekânıdır. Hapishanedeki hiçbir şey tesadüfî olarak oluşturulmamıştır. Hapishane binası kimlik imhasına uygun olarak tasarlanmış ve inşa edilmiş olup, içerisindeki uygulamalar da bu imha amacına yönelik özel olarak oluşturulmuştur.

Daha önceleri şehir merkezlerinde kamusal binaların eklentileri olarak inşa edilen hapishaneler; ‘modernleşme’ ile birlikte şehir dışlarına, kırsal alanlara, üçüncü dünya ülkelerine ve hatta bilinmeyen yerlere inşa edilmeye başlanmıştır. Bu şekilde görünürlüğü yitirilmiştir. Kamusal alanın müdahalesinden ve ilişkisinden kopartılarak özel bir statüye çekilmiştir. Hapishane binasının dışı da daha yüksek duvarlarla çevrilmiş ve bu şekilde içerisi tamamen görünmez, işitilmez ve erişilmez hale getirilmiştir. Aynı şekilde içeriden dışarının görünmesi de engellenmiştir. Kapatılanların dış dünyayı  ve doğayı görme imkanı ortadan kaldırılmış, görüş mesafeleri hücre ve havalandırma boyutuna indirgenmiştir. Havalandırma duvarlarının yüksek olması, bazı hücrelerde havalandırmanın olmaması, havalandırma üzerinin tel kafeslerle kapatılmış olması nedeniyle kapatılanlar için gökyüzü de sınırlandırılmıştır. Yine hapishane duvarları ya da hapishanede kullanılan eşyalar için  tekdüze ve soluk renkler tercih edilmesi tesadüfi değildir. Bu durumla kapatılanların algılarının köreltilmesi amaçlanmaktadır. 

Hapishanelerin iç mimarisi ise Jeremy Bentham’ın panoptikon tasarımının amacına uygun olarak tasarlanmıştır. Kapatılanların her an izlendiklerini hissetmeleri ve bu şekilde hareketlerini kontrol etmeleri amaçlanmaktadır. Hapishanelerin her tarafında hücrelerin içerisini de görebilecek şekilde kameraların yer alması, hücre kapılarının sadece dışarıdan açılması, hücre kapılarında bulunan mazgalların da yine sadece dışarıdan açılabiliyor olması gibi uygulamalar denetim ve kontrol mekanizmasına örnek verilebilecek uygulamalardır.

Hapishanede zaman algısı da dışarıya göre farklılık göstermektedir. Zira bütün uygulamalar buna yönelik kurgulanmıştır. Kapatılan insanın dış dünya ile iletişimin neredeyse ortadan kalktığı, ışıkların sürekli yandığı, sınırlandırılmış bir mekânda 24 saat süreyle kendi seçemediği sınırlı sayıda insanla yaşadığı bir monotonlukla tecridi yoğun yaşayan insan, zaman algısını da yavaş yavaş kaybetmeye başlar. Zaten kısıtlı olan imkânlarına karşın kendi gündelik yaşamını da planlayamayan insan için zaman, olağan seyrinde akmaz.

Kapatma/kapatılma nedeniyle hayatı ve faaliyetleri üzerindeki söz hakkı kısıtlanan, elinden alınan kişi edilgen bir konuma getirilmektedir. Giysilere getirilen renk ve sayı sınırlaması, hatta daha da ileri giderek tek tip elbise dayatılması, kapatılanların saçlarının, sakallarının aynı şekilde kesilmesi gibi kişisel olabilecek her şeyi ortadan kaldırmak kişiyi kimliksizleştirmeye ve aynılaştırmaya yönelik uygulamalardır.

Kapatılanların kendilerini geliştirmek ve zamanlarını verimli bir şekilde geçirmek için ihtiyaç duydukları kitapların kısıtlanması, dış dünya ile ilişiğini güçlendirebilecek gazete, radyo ve televizyon kanallarının sınırlandırılması, sanatsal faaliyetlerin sınırlı olarak ve kapatanın izin verdiği biçimde yaptırılması, iletişim araçlarının ve ziyaret saatlerinin yine sınırlı olarak ve kapatan tarafından belirlenen şekilde yaptırılması, sağlık sorunları yaşayanların tedavilerinin kapatanın denetimi altında yaptırılması gibi insanlık onuruna aykırı uygulamalar kapatılanın benliğine yönelik bir imha saldırısıdır.

Bu şekilde kapatılanlar kendi benliklerinden yani özne olmaktan çıkartılarak, düşünmeyen, egemene boyun eğen ve itaat eden yeni kimliklere dönüştürülmek istenmektedir. Hapishanelere kapatılan insanlar üzerinde uygulanan bu yeniden kimliklendirme suretiyle kişiliksizleştirme pratiği ise egemenin tahakkümünü sürdürebileceği bir toplum yaratma amacına hizmet etmektedir.

 

*                                     *                                            *                                         *                            *

 

Bir süre önce isteği dışında başka bir hapishaneye sevk edilen bir mahpusla yaptığım görüşmede bana  “Bizler nesne değil, özneyiz” demişti. Dört kelimeden oluşan bu kısa cümle, basit bir özet aslında. Bu cümleyle bir yandan kapatmanın/kapatılmanın kişiliksizleştirme ve nesneleştirme amacı anlatılırken diğer yandan da buna karşı özne kalabilme mücadelesi vurgulanmaktadır. Bu yönüyle hapishaneler sadece tahakküm pratiğinin uygulandığı binalar ya da mimari yapılar değil, aynı zamanda birer varoluş ve insanlık mücadelesi verilen mekânlardır. Her sebep sonucunu, her sonuç ise sebebini doğurur. İnsanlık dışı uygulamaların yoğun yaşandığı alanlardan biri olan hapishanelerde insan onuruna yönelik saldırılar arttıkça; aynı ölçüde bu saldırılara karşı direniş tutumu sergileyen iradelerin de çoğaldığını görmek mümkündür. Tarih bize göstermektedir ki; zulmün olduğu yerde meşru mücadele, meşru mücadelenin olduğu yerde yeni olanın varlığı her daim süregelmiştir. 

 

*AVUKAT

 

KAYNAKÇA

  • Beccaria, Cesare (2016). Suçlar ve Cezalar Hakkında (Doç. Dr. Sami Selçuk, Çev.), İmge Yayınevi
  • Bayır, M. (2018). Egemenlik ve Gözetimin Çağdaş Biçimleri: Total Kurum, Disiplinci İktidar ve Kamp. Nosyon: Uluslararası Toplum ve Kültür Çalışmaları Dergisi, 1, 46-61.
  • Ergüden, I. (2017). Hapishane Çağı – Kapatılan İnsan. Sel Yayıncılık
  • Foucault, M. (1992). Hapishanenin Doğuşu (M. A. Kılıçbay, Çev.). Ankara: İmge Yayınevi.
  • Foucault, M. (2011). Büyük Kapatılma (I. Ergüden ve F. Keskin, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
  • Goffman, E. (2015). Tımarhaneler (E. Arıcan, Çev.). Ankara: Heretik Yayınları
  • Saygılı, A. (2004). Mikro İktidarın Bir Fiziği: Hapishane. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 53(2), 177-196
  • Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı bünyesinde hazırlanan “HapishaNE?” isimli podcast
English EN Kurdish (Kurmanji) KU Turkish TR